30 Nisan 2022 Cumartesi

CİCİANNEM



CİCİANEM 

Ciciannemdi o benim. 

Çocukken Ciciannemin evin kapısında bizi karşılayışı ve içeri girişimiz nasıl içimi mutlulukla dolduruyorsa bu gün hala öğleydi. Hele ona yatıya gittiğimde onun yanında geçirdiğim günler çocukluğumun en güzel anılarından.  

Kalmak için anneme yalvardığımı hatırlıyorum. Yalnız gitmek isterdim yatıya. Bana temiz nevresim takımı sererdi. Kokusu hala burnumda çarşafların. Koklardım yatarken. Sabah kahvaltıda büyükbabamla beraber sessiz sakin sofraya oturmaları, konuşanın yalnız ben olmam ayrı bir tat katardı yemeklere. 
 
Bütün gün sohbet ederdik. Ben okuldaki problemlerimi, arkadaşlarımı anlatırdım, o da bana nasihat ederdi. Oysa ben küçücük çocuktum o kocaman kadın…Kendimi özel hissederdim onun yanında büyümüş hissederdim, huzur hissederdim. 

Ciciannem özel bir insandı. Dünyaya sevmek için gelmişti adeta… İnsanları severdi. Ziyaret etmeyi, misafir etmeyi severdi. Her zaman geniş bir komşu çevresi olurdu. Akraba çevresinde herkes onu severdi. Dili tatlıydı, herkesin hakkında iyi konuşurdu. Tam bir hanımefendiydi. Kızarken bile kibarca kızardı.  

Çocukları çok severdi. Yeğenlerine kendi çocuğu gibi davranırdı. Sokakta ağlayan bir çocuk görse ilgilenirdi, gözyaşını cebinden çıkardığı mendille siler, teselli eder bir de öpüp kucaklardı. Hayvanları severdi, çiçekleri severdi, evi botanik bahçesi gibiydi her zaman.

Güçlü kadındı Ciciannem. Annesiz büyümüş, hastalıklarla boğuşmuş her zaman. Ömrünün son dört yılını da hastalıkla geçirdi. Hastalığında asla ümitsizlik ve moral bozukluğu yaşamadı. ‘Ölmekten korkmam kızım, güzel bir ömür yaşadım’ derdi. ‘Yavrum hasta oldum da bütün yeğenlerim bahaneyle ziyarete geldi dedi bir gün.’

Herkesin ciciannesiydi o: Benim, kardeşlerimin, gelinlerin, damadının, torunlarının… Hepimizi evladı sayardı.  Peygamber Efendimiz (s.a.v.) amcası Ebu Talib’in hanımı yengesi Fatma (r.a.) için annem dermiş. İşte Ciciannem de onun gibi bir hanımdı. Amcamın hanımı, yengem.

Hastalığı hatalarının affına, derecesinin artmasına vesile olmuştu. Rabbine melekleri kucaklayarak huzurla gülümseyerek vardı. Şimdi geriye kalanlarına bir teselli oldu bu güzel hali, ve cennette kavuşma umudu. Büyükbabamın (amcam), biricik oğlu Ahmet Yaman’ın, gelini ve torunlarının bizim başımız sağolsun.

Mekanın cennet olsun Cicianneciğim. Hatice validemizin komşusu ol, bizi de çağır yanına. O güne kadar seni çok özleyeceğim! 

Gülsüm Sezen17. 01. 2018

25 Şubat 2018 Pazar

ORTA OYUNU



Eskiden oyunun oyuncunun ve senaryonun hiç değişmediği geleneksel bir oyun vardı; ortaoyunu. Benim çocukluğumda televizyonda oynatırlardı. İnsanlar da ne olacağını bile bile bu oyunu seyretmekten zevk duyarlardı. Yakın tarihimiz boyunca bizzat insanların oyuncusu olduğu bir ortaoyunu oynatılıyor ve insanlar da farkında olmadan zevkle oyuncusu oluyor.
Son günlerde sosyal medyada ve bazı çevrelerde İlahiyatçıları yoğun bir şekilde eleştiren, küçük düşürmeye çalışan mesajların çoğalması yine bir ortaoyunu sergilendiğini düşündürtüyor. Olaya bir de bu açıdan bakalım istiyorum.
Bu ülkede yıllarca ilahiyatçılar üzerinden imam, Kuran kursu, vaiz diyanet Din dersleri öğretmenleri sürekli eleştirilmiştir. Bir kimyager bir mühendis ya da bir tarihçi için bu tarz şeyler duymazsınız. Hatta bu eleştirileri kendisi ilahiyatçı olanlar dahi yapar. (Belki özeleştiri mahiyetindedir.) Bir dereceye kadar normal bir durum bu… O derecenin üstü ise düşündürücü.
İsterseniz Cumhuriyet hatta Tanzimat’tan bu yana sosyal tarihimizi bir okuyun.
Sosyolojik araştırmalara göre toplumu yönlendirmek ve değiştirmek için iki şey çok kullanılır. Din adamları ve kadınlar.
Dindar olarak tanımlanan toplulukların belli mecralara yönlendirip yeni bir din anlayışı ile toplumu şekillendirmek taktiği Batı’da da bizde de belli bir dereceye kadar işe yaramıştır. Reformlar, Laiklik, inkılaplar, ihtilaller, 28 Şubatlar hep bu senaryolar üzerinden gelmemiş midir?
Yabancı dizilerin yerini yerli diziler aldıktan sonra ahlaki düşüşün artması gibi yani.
Önce Din adamları kötülenmiş, yobaz, cahil, menfaatçi yakıştırmaları yapılmış, romanlar, gazete yazıları ve filmlerle bu fikirler yayılmıştır. Halkın modernleşmesinin önünde kapkara gölgeler şeklinde duran bu Din adamlarının kenara çekilmesi için baskı yapılmış, halkın onlara güveni sarsılmıştır. Böylece din adamından uzaklaştırılan toplum dinden de uzaklaşmış olacaktır.
Bugün bu taktik işe yaramıyor. Çünkü elhamdülillah İmam-Hatiplilerin, İlahiyatçıların, Din adamlarının yönetimde etkili oldukları bir Türkiye’de yaşıyoruz artık.
Bu defa İlahiyatçıların, din adamlarının, dini ve geleneği bozmaya çalıştıkları, Kur’an ve sünnetten uzaklaştıkları şeklinde bir yaygara var. Netice önceki ile aynı olacak şekilde tasarlanmış. Kendilerinden doğru din anlayışını öğrenebilecekleri en güvenilir kaynaktan milleti yoksun bırakmak. Böylece insanları istedikleri şekilde yönlendirmek kolay olacak.
Bugün takva sahibi ve âlim olamayan, hadisleri eleştirebilen, sünneti yok sayan ya da önemsemeyen, sayıları çok az olan fakat genelmiş gibi gösterilen bir Din adamı âlim görüntüsü karşımıza çıkartılıyor.
Din adamlarına güveni sarsmak için, kürsüden televizyondan sosyal medyadan sürekli konuşan, geleneği eleştiren bazı “âlim” kişilere bakınca görürsünüz ki kendi vakfına derneğine ya da cemaatine adam topluyor.
Gerçek âlimleri bundan tenzih ederim ki dikkatle bakınca onların dedikodu yapmayıp irşatla uğraştıklarını görürsünüz. Aslında âlim olmanın ölçüsü de bu olsa gerek.
Henüz yaşadığımız 15 Temmuz olaylarının 40 senelik bir çalışmanın ürünü olduğunu benim yaşlarımda olanlar bilir.
“Çocuklarınızı İmam-Hatibe göndermeyin nur okullarına gönderin. İmam-Hatiplerde siyaset yapılıyor,” propagandası vardı. Üniversite öğrencileri için nur evleri açılıyor, onların ilahiyat öğrencileri ile görüşmeleri engelleniyor, nurun önünde duran bir güruh olarak tanımlanıyordu. Dershanelerinde yetişen öğrencilerden ilahiyata yönelen bir kaç kişi belki çıkar. Din adamları kötüleniyor ve abiler yüceltiliyordu. Neticeyi hepimiz acı bir şekilde yaşadık. Allah korudu da felaketin kenarından kurtulduk.
Peki, bu eleştiriler doğru değil mi? Evet, İlahiyat camiasında, Din adamı camiasında böyle kişiler yüzde 2-3 kadar var. Suyu bulandıracak kadar bile değil. Bütün bir camiayı, çok kıymetli hocalarımızı itham etmeye yetecek kadar değil. Kaldı ki dedi kodu haram ve bilmediğin şey hakkında konuşmak yalan olarak yeter.
Bendeniz Tevfik İleri ( Merkez İHL) ve İlahiyat mezunu, Tevfik İleri’de öğretmen sonra vaiz sonra Dini İlimler merkezi sorumlusu, emekli bir kardeşinizim. Vakıf dernek sorumlusu ve vaiz olarak hep halkın içindeyim. Uzun yıllardır gözlemlediğim şudur ki insanlar camisindeki imamına okulundaki Din dersi öğretmenine kuran kursu hocasına, müftüsüne çeşitli yaftalar yapıştırılarak onlardan uzaklaştırılıp bir cemaatin ya da cemaatlerin kucağına atılıyor.
Vaizlik yıllarımda yaşadığım bir hadiseyi nakledeyim: İki yıl vaaz ettiğim caminin samimi cemaati birden ortadan kayboldu. Araştırdım, caminin hemen yanında bir ev tutulmuş, bir takım yöntemlerle kadınlar oraya yönlendirilmiş (Bu yöntemleri söylersem kimlik vermiş olurum). Camimizin hocasına çok çirkin bir iftira atılmış ki ilmini takvasını bildiğimiz ailecek görüştüğümüz bir arkadaştı. Bu olay ilçedeki bütün camilerin cemaatlerini etkiledi.
Bu caminin yanından ev tutma, kuran kurslarımızın yanında kuran dersleri başlama işi bizi epey uğraştırmıştır.
Sevgili arkadaşlarım şimdi sosyal medyanın insanlar üzerinde ne kadar etkili olduğunu bildiğimize göre ilahiyat ve diyanet camiasına yönelen ve büyük bir hızla yayılan bu tür mesajlar kime ya da kimlere hizmet edecek, şimdi toplumumuz nereye evirilmeye çalışılıyor diye düşünmek icap etse gerek.
Su uyur düşman uyumaz ve Mümin kendisinin bir delikten iki kere sokulmasına izin vermez.
Gülsüm Sezen
22.02.2018

CİCİANNEM

CİCİANEM   Ciciannemdi o benim.   Çocukken Ciciannemin evin kapısında bizi karşılayışı ve içeri girişimiz nasıl içimi mutlulukla dolduruyors...