Eskiden oyunun oyuncunun ve senaryonun hiç değişmediği
geleneksel bir oyun vardı; ortaoyunu. Benim çocukluğumda televizyonda
oynatırlardı. İnsanlar da ne olacağını bile bile bu oyunu seyretmekten zevk
duyarlardı. Yakın tarihimiz boyunca bizzat insanların oyuncusu olduğu bir
ortaoyunu oynatılıyor ve insanlar da farkında olmadan zevkle oyuncusu oluyor.
Son günlerde sosyal medyada ve bazı çevrelerde İlahiyatçıları
yoğun bir şekilde eleştiren, küçük düşürmeye çalışan mesajların çoğalması yine
bir ortaoyunu sergilendiğini düşündürtüyor. Olaya bir de bu açıdan bakalım
istiyorum.
Bu ülkede yıllarca ilahiyatçılar üzerinden imam, Kuran kursu,
vaiz diyanet Din dersleri öğretmenleri sürekli eleştirilmiştir. Bir kimyager
bir mühendis ya da bir tarihçi için bu tarz şeyler duymazsınız. Hatta bu
eleştirileri kendisi ilahiyatçı olanlar dahi yapar. (Belki özeleştiri
mahiyetindedir.) Bir dereceye kadar normal bir durum bu… O derecenin üstü ise düşündürücü.
İsterseniz Cumhuriyet hatta Tanzimat’tan bu yana sosyal
tarihimizi bir okuyun.
Sosyolojik araştırmalara göre toplumu yönlendirmek ve
değiştirmek için iki şey çok kullanılır. Din adamları ve kadınlar.
Dindar olarak tanımlanan toplulukların belli mecralara
yönlendirip yeni bir din anlayışı ile toplumu şekillendirmek taktiği Batı’da da
bizde de belli bir dereceye kadar işe yaramıştır. Reformlar, Laiklik,
inkılaplar, ihtilaller, 28 Şubatlar hep bu senaryolar üzerinden gelmemiş midir?
Yabancı dizilerin yerini yerli diziler aldıktan sonra ahlaki
düşüşün artması gibi yani.
Önce Din adamları kötülenmiş, yobaz, cahil, menfaatçi
yakıştırmaları yapılmış, romanlar, gazete yazıları ve filmlerle bu fikirler
yayılmıştır. Halkın modernleşmesinin önünde kapkara gölgeler şeklinde duran bu
Din adamlarının kenara çekilmesi için baskı yapılmış, halkın onlara güveni
sarsılmıştır. Böylece din adamından uzaklaştırılan toplum dinden de uzaklaşmış
olacaktır.
Bugün bu taktik işe yaramıyor. Çünkü elhamdülillah İmam-Hatiplilerin,
İlahiyatçıların, Din adamlarının yönetimde etkili oldukları bir Türkiye’de
yaşıyoruz artık.
Bu defa İlahiyatçıların, din adamlarının, dini ve geleneği
bozmaya çalıştıkları, Kur’an ve sünnetten uzaklaştıkları şeklinde bir yaygara
var. Netice önceki ile aynı olacak şekilde tasarlanmış. Kendilerinden doğru din
anlayışını öğrenebilecekleri en güvenilir kaynaktan milleti yoksun bırakmak.
Böylece insanları istedikleri şekilde yönlendirmek kolay olacak.
Bugün takva sahibi ve âlim olamayan, hadisleri eleştirebilen,
sünneti yok sayan ya da önemsemeyen, sayıları çok az olan fakat genelmiş gibi
gösterilen bir Din adamı âlim görüntüsü karşımıza çıkartılıyor.
Din adamlarına güveni sarsmak için, kürsüden televizyondan
sosyal medyadan sürekli konuşan, geleneği eleştiren bazı “âlim” kişilere
bakınca görürsünüz ki kendi vakfına derneğine ya da cemaatine adam topluyor.
Gerçek âlimleri bundan tenzih ederim ki dikkatle bakınca
onların dedikodu yapmayıp irşatla uğraştıklarını görürsünüz. Aslında âlim
olmanın ölçüsü de bu olsa gerek.
Henüz yaşadığımız 15 Temmuz olaylarının 40 senelik bir
çalışmanın ürünü olduğunu benim yaşlarımda olanlar bilir.
“Çocuklarınızı İmam-Hatibe göndermeyin nur okullarına
gönderin. İmam-Hatiplerde siyaset yapılıyor,” propagandası vardı. Üniversite
öğrencileri için nur evleri açılıyor, onların ilahiyat öğrencileri ile
görüşmeleri engelleniyor, nurun önünde duran bir güruh olarak tanımlanıyordu.
Dershanelerinde yetişen öğrencilerden ilahiyata yönelen bir kaç kişi belki
çıkar. Din adamları kötüleniyor ve abiler yüceltiliyordu. Neticeyi hepimiz acı
bir şekilde yaşadık. Allah korudu da felaketin kenarından kurtulduk.
Peki, bu eleştiriler doğru değil mi? Evet, İlahiyat camiasında,
Din adamı camiasında böyle kişiler yüzde 2-3 kadar var. Suyu bulandıracak kadar
bile değil. Bütün bir camiayı, çok kıymetli hocalarımızı itham etmeye yetecek
kadar değil.
Kaldı ki dedi kodu haram ve bilmediğin şey
hakkında konuşmak yalan olarak yeter.
Bendeniz Tevfik İleri ( Merkez İHL) ve İlahiyat
mezunu, Tevfik İleri’de öğretmen sonra vaiz sonra Dini İlimler merkezi
sorumlusu, emekli bir kardeşinizim. Vakıf dernek sorumlusu ve vaiz olarak hep
halkın içindeyim. Uzun yıllardır gözlemlediğim şudur ki insanlar camisindeki
imamına okulundaki Din dersi öğretmenine kuran kursu hocasına, müftüsüne
çeşitli yaftalar yapıştırılarak onlardan uzaklaştırılıp bir cemaatin ya da
cemaatlerin kucağına atılıyor.
Vaizlik yıllarımda yaşadığım bir hadiseyi nakledeyim: İki yıl
vaaz ettiğim caminin samimi cemaati birden ortadan kayboldu. Araştırdım,
caminin hemen yanında bir ev tutulmuş, bir takım yöntemlerle kadınlar oraya
yönlendirilmiş (Bu yöntemleri söylersem kimlik vermiş olurum). Camimizin
hocasına çok çirkin bir iftira atılmış ki ilmini takvasını bildiğimiz ailecek
görüştüğümüz bir arkadaştı. Bu olay ilçedeki bütün camilerin cemaatlerini etkiledi.
Bu caminin yanından ev tutma, kuran
kurslarımızın yanında kuran dersleri başlama işi bizi epey uğraştırmıştır.
Sevgili arkadaşlarım şimdi sosyal medyanın insanlar üzerinde
ne kadar etkili olduğunu bildiğimize göre ilahiyat ve diyanet camiasına yönelen
ve büyük bir hızla yayılan bu tür mesajlar kime ya da kimlere hizmet edecek,
şimdi toplumumuz nereye evirilmeye çalışılıyor diye düşünmek icap etse gerek.
Su uyur düşman uyumaz ve Mümin kendisinin bir delikten iki
kere sokulmasına izin vermez.
Gülsüm Sezen
22.02.2018